12 Temmuz 2007 Perşembe

Güzel haberler...

Bugünlerde hiç işimiz yok, işe gelip gitmek iş olmayınca bu sıcakta daha da çekilmez oluyor. Ufak tefek işler de dişimizin kovuğunda kalmıyor. Patronumla tavla oynadım, yenildim... Nedim ve Halili zorladım oynayalım diye, onları yenince kendime geldim. Mars ettim maaaars... (Tamam ya, ne bağırıyosunuz bi kere de mars olduk :P )

Pazartesi ve salı günü tatiliz, tatil planı yapmak istiyorum ama iki günlüğüne nereye gideyim ve kiminle diye düşünüyorum. Keşke inci de izin alsa ve beraber kaçsak biyerlere.

Bugün parasal açıdan güzel bi haber aldım ve bu beni oldukça mutlu etti. İnşallah gerisi de gelir. Tazminatımı alarak işten ayrılacağımı nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum, acaba problem çıkarırarmı diye de biraz tırsıyordum açıkcası. Fakat bu gün Kayhan'la konuşurken, çıkarken tazminatını da vericem nasılsa sana, evlenirken lazım olur diyince ohhh be dedim. İyiki erken davranmadım bunu söylemekte. İstanbul'a gidince güzel de bir iş bulursam benden mutlusu olmaz.

Gün içinde o kadar çok sıkılıyoruz ki, bütün gün yemeye veriyoruz kendimizi, gelsin kuruyemişler, gitsin çaylar, meyve suları... İşsizlikten dombili olup çıkıcaz. Bir kitap düzeltmesi vardı o da dişimin kovuğunda kalmadı. Şu an işten çıkış saatini bekler durumdayım, ne yazdığımı bile bilmiyorum, uyku moduna girdim, uyuştum. Eve gitmek istiyorum.

6 Temmuz 2007 Cuma

Kelebek Hanım


Ne olacak benim bu kelebek takıntım bilmiyorum. Her gün mutlaka bir şekilde kelebek görmek istiyorum, küçük bi aksesuarla veya bilgisayarımda ekran koruyucu olarak, en kötü ihtimalle resimlerine bakarak görüyorum minik kurdeleleri.
Sanki Allah herşeyi yarattı da, bu da hediye paketinin süsü olsun, minik fiyongu olsun diye yarattı kelebekleri gibi geliyor bana.

Bu ne güzelliktir, bu ne narinliktir, ne kadar kırılgan... Uçup konduğu herşeyi hediyeye çevirme özellikleri var. Çiçeğin üzerine konarım hoooop onu bir hediyeye çeviririm diyorlar sanki içlerinden. Tek kelimeyle muhteşemler ne diyim...

Dediğim gibi herşeyde kelebek takıntım var, en sevdiğim opera eserinin Madama Butterfly olmasının da belki bunda etkisi olmuştur. Kelebeğin kırılganlığını, kısacık ömrünü öyle güzel yansıtıyordu ki.

Opera demişken sezon açılsa da güzel oyunlar seyretsek yine. Ekim'e kadar dişimizi sıkıcaz artık. Bazı arkadaşlarımın ön yargıyla yaklaşmalarını anlıyorum operaya ama bir kez izleyen birinin bir daha kolay kolay vazgeçemeyeceğini gayet iyi biliyorum. Bale de çok güzel muhakkak ama bana insan sesi çok muhteşem geliyor.

İlk kez orta birinci sınıfta, koro'ya seçildiğimde müzik öğretmenimin sayesinde tanıştım operayla, koro'daki öğrencilere sezondaki tüm oyunların biletini almayı şart koşardı. Kendisini sevgiyle anıyorum. Bana böyle güzel bir şeyi kazandırdığı için.
Yine daldan dala atladım, olsun içimden geldiği gibi yazıyorum.

3 Temmuz 2007 Salı

Bir Eflatun Ölüm... Behçet Aysan'ı anmak...


Dün özellikle Sivas katliamı’ndan bahsetmek istemedim. Ama bu gün yazmadan edemiycem. Sivas olaylarında yakınını kaybeden bir insan olarak, haberlerde izlediğim kadarıyla bu olayı unutmayan, unutturmamaya çalışan ve acısı hala o günkü kadar taze olan bir sürü insan var.

Haberi alışımızı hatırlıyorum, ölenlerin isimleri sayılırken dikkat kesilmemizi, Behçet Aysan ismini duyunca yanlış duyduk diye bütün kanalların haberlerini izleyişimizi. En sonunda mecbur kalıp kabullenişimizi, amcamın gizli gizli ağlayışını, Behçet abimin eşinin metanetini.

Allah adına, din adına 37 kişiyi diri diri yakan canilerden, 33 sanığa idam cezası verildi. 2002 yılında idam cezası'nın yürürlükten kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet hapis cezalarına dönüştürüldü.

Bizler, yani bu olayda yakınlarını kaybedenler, ağzımız açık, olayları şaşırarak izledik. Her beraat kararında içimiz biraz daha yandı. Suçlular serbest kaldıkça acımız biraz daha çoğaldı. Utanç müzesi olması gereken yerde kebap salonu açılması yüreğimizi bir kez daha yangın yerine çevirdi.

Orada hayatını kaybedenler, alevi, sünni, kürt, çerkez, laz hepimizin kardeş olduğuna gönülden inanan, insanları insan oldukları için sevme becerisine sahip insanlardı. Bu satırları yazarken bile o gün hala gözümün önünde, alev alev yanan bir otel ve dışarda toplanmış, şeytani çığlıklarla, alkışlarla bu yanışı kutlayan bir kalabalık. İnsanlıktan çıkmış bir topluluk.

Yazdıkça daha da iyi anlıyorum, meğer ne kadar da yeni acımız, üzerinden kaç yıl geçerse geçsin kanamaya ne kadar açık bir yara. Bir psikiyatrist'in tedavi etmeye çalıştığı insanlar tarafından öldürülmesi ne acı...

Keşkeler ne çok hayatta… keşke daha çok vakit geçirseydik beraber, keşke ziyaretine daha çok gitseydim, keşke Sakarya caddesinde bir yerlerde beraber otursak, o birasını içerken bana yeni şiirini okusaydı. Birkaç şiirini değil, ölümünden önce bilseydim bütün şiirlerini. Keşke… Keşke şu anda sadece çerçevede duran bir resim olmasaydı …

Bir Eflatun Ölüm

kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım

git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım

ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.

aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.

söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım

belki
sararmış
eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder.

behçet aysan

2 Temmuz 2007 Pazartesi

Tek çocuk olmak ve salak kardeş sorunsalı...





Bugün bloguma online blog butonu ekledim. 2 blogcu beni okuyormuş. Mutlu oldum. Henüz kendilerinden ses seda yok ama olsun sevindim işte. Çok acemiyim yaaa, öff kim beni okuycak da kim yorum yazacak da, kimlerle blog kardeşi olucam…
öff öff, oysa ki gönül bir sürü blogcan görmek ister yanında.

Hala dünkü yorgunluk üzerimde, sabah yediye çeyrek kala kalkıp sevinen bir insan evladıyım ben. Ohhh yaşasın daha yedi buçuğa kadar uyuyabilirim diye. Nedir bu uykuya direnememe durumu, hele de odamda uzanarak televizyon seyrediyorsam kesinlikle hipnotize oluyorum. Bakarken bakarkeeen hooop bi bakmışım ki dizi bitmiş, reklamlar… İtiraf ediyorum tamam tamam sekiz buçukta uyumuşluğum var, ama en fazla bir saat, sonra cin gibi kalkıyorum. Ama gel gör ki, izlediğim dizi ya bitmiş oluyor ya da esas oğlan ölüyor :P

Daldan dala atlarım, nerde kalmıştık, ha dün yoruldum diyordum, İnci yeni evine taşındı Cuma günü. Ben de hafta sonu yardım edeyim sana dedim, hayır gelme bitti demeyince yardıma gitmek farz oldu. Ne kadar zor bir olay taşınmak yarabbim. Her taraf dandini, neyse ki büyük parçalar yerleşmişti. Biz inciyle kolları sıvadık, küçük parçaları yerleştirdik, ıvır zıvırı kilere yığdık, bazanın altındakileri hurçlara koyup yerleştirdik. En son balkondaki döküntüleri temizleyerek evin tamamını halletmiş olduk. Her yer tertemiz oldu. Zaten çok güzel bir ev. Güle güle otursunlar.

İnsanların kardeş olması için ille de aynı anne babadan dünyaya gelmeleri gerekmediğine kesinlikle inanıyorum. Tek çocuk olmak zordur diyenlere buradan nanik yapıyor ve kan bağım olan sersem bir kardeşi (buradaki sersem kardeş tamamen hayal ürünü olup, tanıdığım salak kardeş sahibi olan kişiler kesinlikle (!) ima edilmemiştir) ömür boyu çekmektense, kendi seçtiğim, sevdiğim, güvendiğim kişileri kardeş edinmenin çok daha güzel bir şey olduğunu özellikle belirtiyor, aileleri tek çocuk yapmaya çağırıyorum. (İnceden aile planlaması mesajımızı da verdik) İnci ve Kemal’i ömür boyu kardeşlerim ilan ediyor, kendilerine hayat boyu bana dayanabilme gücü diliyorum. Allah yardımcıları olsun hehheheee....